Senaryo Ekibi

Büyülü Taş - Sinopsis

Yazan: Serdar Akdeniz

Sinopsis:

1. Bölüm

İlk insan Âdem aleyhisselam yaratılmıştır. Allah (c.c.) tüm meleklerine secde etmelerini emretmelerine rağmen, iblis topraktan yaratılmış insandan daha üstün olduğunu iddaa isyan etmiştir. Kıyamete kadar Allah’tan (c.c.) mühlet istemiştir tüm insanları yolundan döndüreceğine, Allah (c.c.) halis kullarına güvenmiştir ve izin vermiştir.

2. Bölüm

Dört büyücü bir patikada yürümektedirler. Bir köy bulup orada kalmanın temenni içerisindedirler. Kısa süre sonra bir köy belirginleşir. Köyde misafir olurlar. Bir süre sonra büyücü oldukları ortaya çıkar. Gençler büyü ilmine merak sarmaya başlarlar. Büyücüler ise onlara öğretmeye başlar.

Kralın vergi memurları köyden bir evin kapısına dayanır. Vergi vermelerini isteyen komutan ve yanında ki askerler. Bir genç tarafından aşağılanırlar. Genç direten vergi memurlarına büyü yapıp yerde kıvranmalarını sağlar. Komutanın gözü korkmuştur. Köyde büyücü olduğu kısa sürede anlaşılır. Hızla kralın yanına gidip olan biteni anlatır. Askerler toplanıp köyde büyü yapanı ve öğretenleri öldürmek için yola düşerler.

Köy kaynar kazana dönmüştür. Alelacele büyücüler köyden uzaklaşırlar. Gecenin karanlığında yola çıkan büyücüler. Bir mağaraya sığınırlar. Mağarada sabaha kadar dinlendikten sonra tekrar yola çıkacaklardır. Ama mağaranın girişinde bir yabancı belirdiğinde hayalleri uçup gider. Yabancı oldukça eski kıyafetler arasında yaşından da, daha yaşlı görünüyordu. Onlara ölümsüzlüğün elinde olduğunu söylemişti. Büyücüler onun bir deli olduğuna hükmetseler de anlattıkları onları cezp etmişti. Cebinden pürüzsüz yuvarlak bir mavi taş çıkardı. Büyücülerin onayını aldıktan sonra taşı avucuna alıp, elinin dışını yere yapıştırdı. Yavaşça elini havaya kaldırmasıyla birlikte bir sütun yükseliyordu. Taşı sütunun üzerine koyduktan sonra büyücülerin bir arada ellerini uzatmalarını ve taşa dokunmalarını istedi. Mavi bir ışık çıkmasıyla büyücüleri hızla vücudundaki etlerin çekilerek bir iskelete döndüklerine şahit oldu. Yabancı taşı eline aldığında sinsi bir gülümseme yüzünde belirdi. O sırada mağaraya 4 kurt girdi. Beyaz ve kabarık tüyleri vardı. Kurtlardan biri insan kılığına büründü ve taşı istedi. Yabancı taşı vermek istemeyince diğer kurtlara yakalamalarını emretti. Bir boğuşmanın ardından taşı ele geçirdi. Taşın nasıl yok edilmesi gerektiğini sordu ama yabancı asla söylemedi. Taşı cebine koyup kartal olduktan sonra uçup gittiler. Yok, edemeyen üç harfliler (cin) yok edemedikleri taşı korumak zorunda kaldılar. Güçleri büyüktü ama iradeleri zayıftı. Taşı koruma işini bir insana, insanı da koruma işini üç harfliye verdiler. Yabancıdan; iblisten, şeytandan…

3.Bölüm                                                                                                                                çok zaman sonra…

Fatih daha yeni 23’üne basmıştı. Sık sık ormanda dolanıp yukarıda maya mağarası denilen yerin önünde çimenlere uzanıp tefekkür ediyordu. Osmanlı imparatorluğunun son günleriydi. Dört tarafta düşmanlar vardı. Ermeni çeteleri köyler basıp, insanları acımasızca öldürüyorlardı. Büyük bir kin besleyen Fatih, her zaman ermeni çeteleriyle karşılaşıp savaş etme hayaliyle ormana dalıyordu ama bu heves bitip gidiyordu. Köyde kendi gibi üç beş arkadaşı daha vardı. Yine bir gün, bir ağacın dibinde uzanıp hayal kurarken yaşlı bir adamın tepesinde bitmesiyle bir anda ürktü. Yaşlı adam son derece tuhaftı. Gözlerinde farklı bir bakış vardı. Diğer insanların gözlerinin görmediği şeyleri görüyor gibiydi. Yaşlı adam açılmak istemeyen bir sır küpü gibiydi. Fatih köye davet etmesine rağmen o geceyi mağarada geçirmek istemişti. Fatih bu sırrı çözmeliydi. Çaresiz yaşlı adamı bırakıp köye gitti. Hava kararmak üzereydi. Köyde halk toplanmış çetelerden nasıl korunacaklarını tartışıyordu. Fatih öylece şaşkınlık içinde köye girdi. Bu toplantılar fatih için önemli olmasına rağmen, yaşlı adam tüm aklını zehirlemiş gibiydi. Rahat düşünemiyordu. Bu sırrı öğrenmeliydi. Sabah geç olabilirdi. Evden birkaç yiyecek aldıktan sonra ormana tekrar daldı. Orman ona diğer günlerden daha korkutucu geliyordu. Belki de yaşlı adamın sırrıydı bu korku. Mağaraya yaklaştığında iki ses duyuyordu. Bunlardan biri yaşlı adamın sesiydi ama diğerini tanımamıştı. Mağaranın kapısında belirdiğinde bir ateş ve yanı başında yaşlı adam vardı. Az önce duyduğu sesin sahibini gözleri aradı ama bir türlü bulamamıştı. İçeri girdikten sonra yiyecekleri verdi. Konuyu açmak istiyordu ama fırsat bulamıyordu. Maya mağarasının tarihini anlatmaya karar verdi…

Zamanın birinde, burada bir ermeni köyü, köyde ise maya adında kimsesiz bir kız varmış. Köyün tüm genç erkekleri bu güzel kızı düşlerlermiş. Dimitri adında bir genç varmış. Bu gençte maya’yı düşlermiş. Bir gece içkiyi fazla kaçırmış olan Dimitri, maya’nın evini basar ve ona tecavüz eder. Hamile kalan maya kısa süre sonra karnı saklanamaz hale gelince hamile olduğu anlaşılır ve köyün ortasına bir darağacı kurulur. Adeta gökyüzü ağlar, yağmur alabildiğince yağar. Darağacında sessiz bir bakış atar Dimitri’ye ama yere bakar sessizce. İlmik boğazındadır maya’nın. Durun diyemez, yapmayın benim suçum diyemez Dimitri. Ve asılır. Çırpınan mayanın bacak arasından önce bir kan sıçrar, çamurlu toprağa ve ardından bir bebek yere düşer. Etrafını izler. İlk defa bir bebek ağlamadan doğmuştur ve Dimitri’ye bakar. Dimitri bebeği alıp bu mağaraya getirir. Kafasını taşla ezdikten sonra onu yakar. Dumanı gökyüzüne, külü toprağa karışır.

Yaşlı adam bu hikâye ile hüzünlenmiştir. Bir süre sonra yaşlı adam kalp krizi geçirmeye başlar. Fatih şaşkınlıkla, çaresizce kalakalmıştır. Son cümlelerini taşı koruyacağına söz vermesini isteyerek geçirmiştir. Yaşlı adam ölmüştür, taş ise Fatih’in elindedir. Bir ağlama sesi mağaranın içinde yankılanır. Bu ses Fatih’i oldukça korkutmuştur. Hızla mağarayı terk eder. Ormandan geçerken bir gözün onu takip ettiğini düşünür. Köye gittiğinde toplantı çoktan bitmiştir. Kimseler ortada görünmemektedir. Odasına giren fatih bilmediği bir değişiklik sezer, ama bu değişikliğin sebebini bilemez. Duvardaki aynanın dalgalanan yüzü onu şaşırtır, tıpkı bir denize yandan bakarken dalgalanması gibi. Yaklaşınca aynanın içinden bir çift kırmızı göz belirir. Korkuyla aynayı parçalayan Fatih hızla odadan çıkar ama kimse yoktur. Ev daralır, üstüne çöker sanki. Dayanamaz evden fırlayıp bir ata biner. Patika yolda ilerlerken bir yaşlı kadının yol kenarında beklediğini gören Fatih, atını kadının yanında durdurur. Ona gitmek istediği yere götürmek için atın teklisine bindirir. Fatih biraz olsun rahatlamıştır. Yanında birisinin olması onu ferahlatır. Bir süre sonra at yürümekte zorlanmaktadır. Fatih geriye doğru yere baktığında, yerde sürüklenen ayak görür. Yaşlı kadın büyümüş ayakları yerde sürünmektedir.  Fatih’i elleriyle sarmalar. Korkunç sesler çıkarır. Fatih can havliyle kendini yere atar. Yaşlı kadın taşı ister. Fatih kaçamaz bir türlü. O sırada İngiliz kıyafetlerini giyen, başında uzun bir şapka ve gümüş köpek başı bulunan bastonuyla biri çıkar. Üç harfliyi oradan bastonun tepesiyle vurarak kovar.

İngiliz kıyafeti giyen adamın adı tüysüzdür. Bunun nasıl bir isim olduğunu soran, Fatih’e bir isim değil lakap olduğunu söyler. Aslında bir insan değildir. Taşı koruyan insanı koruyan üç harflidir. Taşı koruma görevi Fatih’in olduğuna göre tüysüz Fatih’in korumasıdır artık. Artık bu yolda yoldaş olmuşlardır. Tüysüz biraz uyu der ve Fatih uykuya dalar. Taşı koruma görevinin verildiğini anlatan bir rüya görürü. Rüyada bir mühür belirir. Acıyla uyanınca aynı mührün üzerinde olduğunu görür.

Ermeni çeteleri bir mağarada toplanıp ganimetlerin taksimini yapmaktadır. O sırada mağaranın girişinde biri belirir. Son derece zayıf ve çelimsizdir. Adı Cılızdır. Cılızda bir üç harflidir ve taşın peşindedir. Çeteye büyük bir define karşılığında tarif ettiği yolda gündüz geçen iki kişiden birinde bir taş olduğunu ve o taşı almalarını ister. Çete önce ona inanmazlar ama avucunun içinden altın çıkardığını görünce inanırlar.

Sabah uyanır. Orman yolunda yürümeye başlarlar. Bir süre sonra tüysüz yoldan çekilmelerinin gerektiğini söyler. Biraz sonra çetenin yolda olacağını bilir. Çete lafını duyan Fatih yolda öylece kalır. Savaşmak hayalidir. Tüysüz onu durdurmak ister ama o asla kabul etmez. Çete karşılarında iki adam görünce cılızın doğru söylediğine inanırlar. Değerli taşı ister ama vermez Fatih. Tüysüz büyük bir hortum çıkarıp çeteyi telef eder. Ardından cılız ile boğuşmaya başlarlar. İki büyük kurt kılığında ortalığı toza dumana katarlar. Tüysüz beyaz kurt, cılız ise siyah kurt kılığında amansız bir savaşa girişmişlerdir. Cılız’ın arkasında birkaç kurt daha çıkmıştı. Tüysüz diğerlerine karşı tekti ama gücü yetiyordu. Bir süre sonra yorulan siyah kurtlar ormana gittiler. Tüysüz çok yorulmuştu. Ona gitmesini ve yol üzerindeki handa onu beklemesini söyledi. Fatih tek başına hızla hana doğru yola çıktı.

Handa yaşlı bir adam ve kısa cüce bir yardımcısı vardı. Ermeni olan han sahibi Türklere karşı yapmacık sevgi gösterirdi. Tüysüz zengin bir İngilizi andıran giyimi ve havalı yürüyüşü ile handa oldukça dikkat çekiyordu. Büyük bir oda istedi. Fatih siyah kurtları sormuştu. Siyah kurtlar tarikatı denilen ve şeytana itaat eden siyah kurt kılığında dolanan üç harflilerdi. Taşı yok etmenin çaresini sordu ama tüysüz bunu bilmediğini ama birilerinden öğrenebileceklerini söyledi, bu kişi cinler âlemindeydi. Tüysüz hancıdan büyük bir ayna istedi. Ayna iki alem arasında bir kapıydı. İçinden geçtiler. Kasvetli bir ortamdı. Üç harfliden sadece şeytanın nasıl yok edebileceğini bildiğini söyledi. Şeytanın zincirli inine girip ona sormalılardı.

İnsanların âlemine gelen tüysüz ve Fatih yolun uzak olduğu için bu âlemde gitmeleri gerektiğine karar verdiler. Şeytanın zinciri olduğu ine gitmek için bir kuyudan geçmeliydi. Etrafı yosun tutmuş kuyudan içeri girdi. Bu sefer Fatih yalnızdı. Tüysüz bu yolu kullanması yasaktı. Taşı düşüren Fatih her yerde onu ararken bir yılan onu yuttu. Yutan yılan bir anda büyük bir canavara dönüşüp Fatih’i kovalamaya başladı. Yerin dibinde büyük ve botanik bir ormanı andıran bir yere gitmişti. Etraftaki büyük yaratıklar yılanı parçalayıp yemeye başlayınca taş kanlar içinde midesinden çıktı. Fatih taşın nasıl kullanıldığını anlamıştı. Sessizce kaçmak istese de fark edilmişti. Peşinden gelen büyük yaratıklara karşı hiç şansı olmayan fatih taşı yuttu. Büyüdü ve onlarla savaşmaya başladı. Bir süre sonra onları alt etmişti. Parçalamıştı. Dışarı çıktığında tüysüz taşı kullandığını anlamıştı. Küçük bir karga olduktan sonra Fatih’in ağzından girip taşı çıkardı. Şeytanın inine gittiler. Şeytan büyük cüsseli mağaranın ortasındaki dev oyukta dört tarafa boynundan zincirlenmiş bekliyordu. Aklına güvendiği için taşı yok etmenin büyücülerin mağarasına gitmek gerektiğini söyledi. başka bir yolculuk daha çıkmıştı. Büyücülerin mezarının olduğu mağara korkutucu bir yerdi. İnce ve uzun bir köprü ve altında yatan yecüc ve mecüc kabilesi vardı. Milyarlarca goblin üst üste uyuyorlardı. Üzerinden geçip taşın doğduğu büyücülerin elleri altındaki sütuna ulaştılar. Etrafında dört büyücünün iskeleti duruyordu. Eski insanlar biraz daha uzun oldukları iskeletlerden anlaşılıyordu. Taşı iskelet ellerin altına, sütunun üstüne bırakınca, iskeletler canlanmaya başladı. Taş artık sadece, taştı. Haholi taşı alıp parçaladı. Köprüden geçerken uyanan goblinler ok, mızrak fırlatmaya başlamışlardı. Oradan kurtulan sadece Haholi, Fatih ve tüysüzdü.  Artık taş yok edilmişti.


Yorumlar - Yorum Yaz
Öykü Yazarları Köşesi
Etkinlikler

  Facebook'tan takip et!

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam117
Toplam Ziyaret1403032
Site Haritası